19. yüzyılın konak ve sarayları ile bezenmiş,günümüzün moda merkezi Nişantaşı,Sultan Abdülmecit’in teşviki ile kurulan Teşvikiye,efsane başkanı merhum Süleyman Seba ile bütünleşmiş Beşiktaş… Tarihi yapılar, eşsiz parklar ve binbir lezzet içerisinde geçirilecek bir Pazar günü.
Nişan taşlarından cazibe merkezi Nişantaşı’na
1780’lerde geniş bostanlar, çilek tarlaları ve boş bir arazi görünümündeki Nişantaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nda ordunun atış talimleri yaptığı alandı. Semtin gelişmesinde ilk bina özelliği taşıyan, 1854 yılında Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılan Teşvikiye Camii’nin etkisi büyüktür. Caminin avlusunda bulunan iki nişan taşındaki kitabelerden birinin 3. Selim’e diğerinin ise 2. Mahmut’a ait olduğunu öğreniyoruz. Nişantaşı’na asıl adını veren ise Teşvikiye – Osmanbey ve Valikonağı ile Harbiye’nin kesişme noktasında bulunan dikilitaşlardır.1900’lu yıllarda Nişantaşı bir konaklar semtiyken tarihi yarımadada yaşayan köklü ailelerin bu bölgelerde oturtulma teşviki ile hızlıca apartmanlaşan bir semte dönüşür. 1870–1930 yılları arasında her ne kadar Osmanbey-Şişli hattındaki saray çevresinin konaklarından Nişantaşı’na bakıldığında bu bölgede yaşayan çingeneler ve evlerinin etrafındaki telli tenekelerden mahalleye “Teneke Mahallesi” dense de semtin kaderi değişimden olumlu etkilenmiştir. 1940’lı yıllara gelindiğinde şehrin başka mahallelerinde kimse köpek beslemezken Nişantaşı’nda köpeklerini gezdiren hanımlar görmek mümkündü. 1922 yılında tam karşısında bulunan İtalyan Sefareti çalışanlarına kiralanmak amacı ile İtalyan tüccar Vincenzo Caivana tarafından yaptırılan Maçka Palas o dönemde İstanbul’daki yalnızca üç apartmandan birisiydi. Göz alabildiğine ıssız arazinin arasına konumlanmış konakların semti Nişantaşı’nın kaderi de bundan sonra tıpkı İstiklal Caddesi gibi 10–15 sene içerisinde değişecekti.1942 yılında dönemin hükümeti tarafından yürürlüğe konulan “Varlık Vergisi” bölgeyle Levanten, Ermeni, Yahudi ve Rum vatandaşların bağını kopardı. Birçok tüccar, dükkân sahibi ve sanatçılar arkalarında mal ve mülklerini bırakıp gidince fırsatçılara gün doğdu. Zamanın diplomatik dili Fransızca ve Türkçe’nin karışımıyla oluşan bir dille ne zaman sokağa çıkılsa herkesin birbirine selam verip “Bonjour canım. Bonsoir hayatım” dediği bir nesil Nişantaşı’ndan uzaklaşmış oldu. Böylelikle de şimdiki labirent misali kıvrılan sokaklar ve yeşil alanların azlığına neden olan kontrolsüz binalaşma başladı. 1960’lı yıllarda bankaların hesap açanlara çekilişle ev-araba dağıtma furyasından başta Nişantaşı ve Suadiye nasibini aldı. Şimdileri Kozyatağı, Beylikdüzü semtlerinin yerine o dönemde “Bir talihliye İstanbul’un müstesna semti Nişantaşı’nda lüks daire” edaları duyulmaktaydı.1979 yılında suikast sonucu kaybettiğimiz gazeteci ve aktivist Abdi İpekçi’nin adı ise ölümünden sonra oturduğu evin de bulunduğu eski adı ile “Emlak Caddesi” ne verildi. Bu caddede bulunan Abdi İpekçi anıtı yoldan geçenlerin ne kadar dikkatini çeker bilinmez ama ne yazık ki her geçen gün açılan kaliteli markalara rağmen caddenin eski havasını koruyamadığı biliniyor. Bütün kaybettiklerimizin yanında ne mutlu ki bugün Nişantaşı’nda eski “English High School For Boys” olan Nişantaşı Anadolu Lisesi, Akif Tunçel Teknik Lisesi olan eski İtalyan Sefareti, Maçka Palas,Teşvikiye Palas,Narmanlı Apartmanı ve Teşvikiye Art-Nouveau Karakolu günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır.
Modadan, sanattan kültürden tutun da her alanda Paris esintisini sokakta yürürken bile hissedeceğiniz, İstanbul’a yeni gelmiş birinin kısa zamanda İstanbul beyefendisi olabileceği İstanbul’un çekim merkezidir Nişantaşı. Her İstanbullunun gönlünde Nişantaşı’nın tadı bir başkadır. Nişantaşı demek burada yaşayanlar için dolmuş sırasında Betül Mardin veya Haldun Dormen’le sohbet etmektir, kimine göre ise tesadüf eski sevgilinin görülüp kafa çevrildiği, yeni nesil içinse son yıllarda piyasasını halen koruyan Atiye Sokak’ın ve Reasürans Pasajı’nın bulunduğu semttir. İstanbul’daki birçok tarihi semtimizde olduğu gibi, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren modernliğin simgesi olmuş Nişantaşı’nda da bugünlerde gözle görülür bir değişiklik yaşanıyor.
Yazarların Dilinden İstanbul’un İlk Modern Apartmanları
Maçka Palas, İsplandit, İzmir Palas, Teşvikiye Palas, Narmanlı, Pamuk ve diğerleri
Yazar Ayşe Kulin çocukluğunun geçtiği ve daha sonraları hayatının önemli safhalarında yer tutan Narmanlı Apartmanı’nı Yazarlar’ın İstanbul’u kitabında şöyle anlatır : “Hayatla cebelleşmem ve neticede olgunlaşmam, güçlenmem de Narmanlı günlerime nasip oldu. İkinci evliliğime adım atarken de yine Narmanlı’daydım. Kısacası kişiliğimi kazanmamda payı büyüktür Narmanlı’nın. Bir evde yaşananlar, hele de ölüme dair ilk acıların ve ilk aşkların yaşandığı odalar, üzerimizde silinmez izler bırakır, o evler bir parçamız olur adeta. Dahası, insanların da evleri etkilediğine inanırım. Narmanlı’nın üçüncü katındaki iki numaralı dairenin odaları, eminim bana ait titreşimleri hâlâ taşıyordur duvarlarında.
Gençliğini ve romancılığının büyük bir bölümünü bu bölgede geçirmiş yazar Selim İleri ise şöyle anlatır Maçka Palas ve İzmir Palas ile ilgili anılarını : “ Maçka’ya doğru yürürken, Maçka Palas’ın Bronz Sokak’la birleşen köşesinde küçük taş tabela büyülerdi. Ulu Şair Abdülhak Hâmid Tarhan Maçka Palas’ta oturmuş. Tabelada yazılı. Hayallerim uçsuz bucaksızdı: Gün gelecek, benim oturduğum evlerden birinin duvarına benzeri bir yazı çakılacaktı. Bugün içim sızlayarak bakıyorum Hâmid’li tabelaya. Kimsenin okumadığı bir şair, ululuğu silinip gitmiş. Maçka Palas’ta yaşadığı kimseyi ilgilendirmiyor. Eseri kimseyi ilgilendirmiyor. Bir dönem müzeye dönüştürülmüş dairesi çok yakın gelecekte otel odası olacak. Taş tabela da gülünç hatıra… Bununla birlikte nice zamanlar Maçka Palas, İzmir Palas heyecan, coşku yurtları oldu. İlkinde yalnızca şair-i âzam Hâmid yaşamamış; o çağlarda romanlarını çok severek okuduğum Kerime Nadir de Maçka Palas’ta oturmuş.Kerime Nadir’in Romancının Dünyası’nda derlediği anıları Maçka Palas günlerinden acı tatlı olaylar yansıtır.İzmir Palas’ta Muazzez Tahsin Berkand hâlâ oturuyordu. Sonu mutlu biten romanların yazarı. Onu bir kere Teşvikiye’den Maçka’ya yürürken görmüştüm. İzmir Palas’ın görkemli kapısından çıkmıştı. Romancıları, şairleri, hikâyecileri yeryüzünün en mutlu insanları sanıyordum; hep ilkgençlik. Yünlü kumaştan bir tayyör kuşanmış Muazzez Tahsin’in yüzünde mutluluktan eser yoktu. Handiyse asık yüzlüydü. Mutlu aşklar yazmış bu romancı yeryüzüne apaçık mutsuzlukla bakıyordu…
İzmir Palas, bana sorarsanız, İstanbul’un hâlâ en güzel, en bakımlı, geçmişinden gurur duyan bir apartmanıdır. Bahçesinde mevsimden mevsime yenilenen çiçekleri, Maçka’dan her geçişimde gönlümü çeler. İzmir Palas’ ta derin görgü konuşur. İtalyan asıllı mimar Mongeri’nin eseri Maçka Palas ise anıtsal bir yapıdır. Onda görgüden çok, ihtişam konuşur.
Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk ise kendisinin ve ailesinin yıllarca yaşadığı Pamuk apartmanı ile ilgili bir anısını şöyle aktarır : « İstanbul adlı hatıra kitabımda, bir zamanlar bütün ailemin Nişantaşı’ndaki Pamuk Apartmanı’nın dairelerinde yaşadığını yazmıştım. Bu apartmanın önünde elli yaşında bir kestane ağacı vardı ve çok şükür hala da var. Aslında 1957 yılında bir gün önümüzden geçen caddeyi genişletmek için belediye bu ağacı kesmeye karar vermişti. Mağrur bürokratlar ve otoriter iktidar sahipleri mahallelinin karşı çıkmasına da aldırmamıştı. Böylece amcam, babam, bizler bütün aile kesileceği gün ve bütün gece sokağa çıktık ve kestane ağacının başında nöbet tuttuk. Bu da hem bizim kestane ağacını korudu, hem de bütün ailenin sık sık hatırlamaktan hoşlandığı ve bizi birleştiren bir hatıra oldu. »
Beşiktaş Adı Nereden Geliyor?
Bir zamanlar Beşiktaş’a ‘Taş Beşik’ denirmiş. Bu adla anılmasının nedeni şöyle anlatılır. Çok eskiden şimdiki Beşiktaş’ın olduğu yer ormanlıkmış. Yaşka adındaki bir papaz, burada büyük bir kilise yaptırmış. Hz. İsa’nın Kudüs’te, Beytullah’ta bulunan beşiğini getirip bu kiliseye koymuş. Bu aslında taş bir tekneymiş. Hz. İsa’yı çocukken, bu teknede yıkarlarmış. Kiliseye bu beşikten dolayı ‘Taş Beşik Kilisesi’ adı verilmiş. Kiliseyi yaptıran papaz öldükten sonra burada bulunan taş beşik Ayasofya Kilisesi’ne nakledilmiş. Fakat beşiğin adı unutulmamış ve Beşik Taşı’ndan ‘Beşiktaş’ adı günümüze kadar kalmış. Beşiktaş’ın adı etrafında anlatılanlardan bir çeşitleme de şöyledir: Barbaros Hayrettin Paşa, seferlerden dönüşte, gemilerini şimdiki Beşiktaş kıyılarına koydurduğu beş tane taşa bağlarmış. Bu nedenle, adı geçen bölgeye önceleri ‘Beş Taş’ zaman içerisinde de halk dilinde değişikliğe uğradığı şekliyle ‘Beşiktaş’ denmiştir. Beşiktaş kıyısında 1622’de Ohrili Hüseyin Paşa tarafından Beşiktaş Mevlevihanesi yaptırılmıştır. Daha sonra bu Mevlevihane yıktırılmış ve yerine Çırağan Sarayı yaptırılmıştır. Barbaros Hayrettin Paşa’nın türbesi de Beşiktaş’tadır.
Şairler Parkı ve “Neyzen Tevfik”
“Şairler Parkı Beşiktaş semtinin kültür adacıklarından biridir. Akaretlerden Maçka’ya çıkan yokuştaki Akaret evlerinin hemen bitiminde yer alır. Mahallelinin soluklandığı bol ağaçlı, çiçekli bu güzel alana adım attığınızda tanıdık yüzlerin heykelleri ile karşılaşırsınız. Dikkatle baktığınızda çoğunun, yaşamının hiç değilse bir bölümünü Beşiktaş’ta geçirmiş edebiyat dünyamızın ünlü isimleri olduğu gözden kaçmaz. Sabahattin Kudret Aksal, Behçet Necatigil, Özdemir Asaf, Necati Cumalı, Cahit Sıtkı Tarancı, Neyzen Tevfik ve parkın karşı ucunda tüm haşmetiyle Melih Cevdet Anday. Neyzen’i bankta oturmuş ney çalarken betimleyen heykel parkın genelde yanı en dolu bankıdır. Derler ki bugüne dek Beşiktaş’tan üç en önemli cenaze kalkmıştır. Bunlardan ilki Ulu Önder Atatürk,ikincisi Neyzen Teyfik ve son cenaze de geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Süleyman Seba’dır. Neyzen Tevfik ney çalmadaki ustalığının yanı sıra, şiirleri, keskin yergileri, ünlü küfürleri, serseri yaşantısı, akıl hastanesi günleri ile unutulmaz bir kişiliktir. Fıkraları ve nükteleri günümüzde de canlılığını korur. 28 Ocak 1953 tarihinde Beşiktaş’taki evinde öldüğünde 70’ini geçmiş sanatçının sevenleri, halkın her kesiminden insan doldurmuş Sinan Paşa Camii’sindeki cenazesini. Neyzen Tevfik’in, kardeşi Şefik Kolaylı ile yaptığı bir söyleşide sarf ettiği sözlere göz attığımızda cenaze töreninin görkemi ve katılanların içtenliği konusunda neden şaşırmamamız gerektiğini anlayıveririz. Şöyle der Neyzen : ” Ben İstanbul’da her hangi bir evin kapısını çalsam, ya anası, ya babası, ya dayısı, amcası hülâsa birisi tanıdık çıkar. Bana çorbamı verirler. İcap ederse çamaşırlarımı yıkarlar. Ben bankadan bile zenginim “ Öyle ya Neyzen Tevfik’tir o, maddiyatla değil, sevgi ve dostlukla örmüştür yaşantısını. Neyi ve şiir dünyası ile özgürdür o.
İşte Neyzen Tevfik’in döneminin siyasileri için yazmış olduğu unutulmaz dörtlüklerden biri :
Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler
Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus dediler.
Künyeni almak için partiye ettim telefon,
Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler,
Akaretler Sıraevler’in “Sırasız” Hikâyeleri
Mimarisi Sarkis Balyan tarafından tamamlanan Akaretler Sıraevler, barok ve rokoko stillerinin etkisinden uzak neo klasik ön cephe dizaynıyla 1870’lerin sivil mimarisinde İstanbul’un ilk toplu konut örneği olarak kent yaşamına renk katmıştır. Bu evlerle ilgili en ilginç hikayeler ise 1940’lı yıllara, cumhuriyetin ilk dönemine rastlar. Deniz tarafında Dolmabahçe Sarayı ek binaları, şimdiki Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi ve Resim Heykel Müzesi… Az aşağıda Rum ve Ermeni nüfusunun Türk’e yakın olduğu civcivli çarşı bölgesi.. Yukarıda Valideçeşme, Maçka, derken elit tabakasıyla Nişantaşı… Bu çerçevenin ortasında duran, Osmanlı döneminin ilk toplu konutlarına bir anlamda ‘getto’ yakıştırmasını yapmak hiç de abartılı olmazdı. Yine de mimarisinin sunduğu ayrıksı hal, Nişantaşı elitizmine benzemeyen başkalığını anlatmaya yetmezdi.
Mesela tesisatçı Niko’nun harcı değildir Sıraevler, çünkü kendini orada rahat hissetmesi mümkün değil. Emekli Kanlıca Komiseri Fikri Bey, Bulgar eşi Elpo Hanım’la bir dönem Akaretler’de oturmaya heveslenmişler. Neticede bir komiser emeklisi, durumu o kadar da kötü olmasa gerek. Ama işte yine de komşusu emekli Varna Konsolosu Kamran Bey’in gözlük üstünden attığı manidar bakışlar, o dönem 10’lu yaşlarında olan bir çocuğun dikkatli gözlerinden kaçmamış. Kısa bir süre sonra Fikri Beyler Beşiktaş çarşıya ailece dönmüşler.
Şimdi W Hotel’in konuşlandığı köşede bulunan Halkevi’nin 1942 yılında düzenlediği gençlik dans yarışmasından ayrıntılar da ayıklamak mümkün. Sonuçta Beşiktaş’ı temsilen katılan çiftle Nişantaşı’nın genç çifti birlikte birinci seçilir. Kalp kırmamak, işi yazı turaya bırakmamak için ödül, Beşiktaş ekibinden Emine Hanım’a Nişantaşı çiftini temsilen de Haluk Bey’e verilir. Fakat semtte o dönemlerde yaşanan hayatı anlamak için Belkıs Hanım’ın vaziyeti yeterli olabilir. Belkıs Hanım, Maçka Palas’taki varlıklı ailelerin kızlarına mürebbiyelik yapar. Lisan dersleri, piyano, biraz da nezaket kaideleri… Belli ki o da varlıklı bir aileden gelir. Eğitimli, iki lisan ve çokça yol yordam bilen bir kadın; Kandilli Kız Lisesi’nden diplomalı… Maçka Palas’ta yapılan bir iş görüşmesinde Akaretler’de yaşıyor olmak fazlasıyla yeterli bir referans onun için. Lakin: Hem Akaretler’de yaşayıp hem de mürebbiyelik yapmak… Sadece yaptığı iş bilinmesin diye, yürüme mesafesindeki işine, önce Beşiktaş’a inip sonra Maçka’ya çıkan bir otobüse binerek gidiyor Belkıs Hanım. Bunu gören elbette var, ama dönem terbiyesi ağzı bıçak açtırmamayı icap ettiriyor. Gündelik hayat aksiyonlarında da farklı bir ağırbaşlılığı var Akaretler’in. Ağır demir kapılar hep kapalı. Tantanalı düğünler de olmuyor, ağlak cenazeler de. Mehtaplı yaz gecelerinde bile ayrı gayrı bir durum… Beşiktaş ahalisi Barbaros heykelini çeviren karo taşlara yayılıyor genelde, çocuklar koşturuyor, bir curcuna… Akaretler sakinleri ise daha ziyade Kaymakamlık’ın önündeki sıralara oturup sahilin ağaçlıklı loş köşelerinden sessizce Boğaz’a bakıyorlar.
Saray Koleksiyonları Müzesi – Beşiktaş (Matbah-ı Amire)
Şu ana kadar şüphesiz ya bir okul turunda ya da yurtdışından gelen misafirlerinizi gezdirmek amacı ile Dolmabahçe veya Beylerbeyi Sarayı’na yolunuz düşmüştür.Osmanlı’nın son yüzyılına ışık tutan bu saraylar size ihtişamlı bir yaşamı anlatmakla beraber Sultanların ailelerinin günlük yaşam kıyafetleri, boş zamanlarda kullandıkları objeler hakkında bir bilgi verememektedir. Saray Koleksiyonları Müzesi ile ilk defa 19. Yüzyıl gündelik saray hayatının izleri meraklıları ile buluşmaktadır.Osmanlı Dönemi’nde saray mutfakları olarak kullanılan mekanlar ustalıkla dekore edilmiş ve sizlere o dönemlerin günlük hayatı hakkında merak uyandıracak birçok obje gün ışığına çıkarılmıştır. Bir düşünsenize o dönemlere ait bir dişçi koltuğu veya küçük şehzadelerin o döneme ait logo oyunlarını incelediğinizi… Bu müze o dönemlere ilişkin fikirlerinizi değiştirmede şüphesiz etki edecek. En azından onlar da bizim gibi değişik zevkleri olan insanlarmış diyeceksiniz. Müzenin bir bölümü sergi alanı olarak ayrılmış ve düzenli resim sergileri düzenleniyor.
İstanbul Deniz Müzesi
Şu sıralar İstanbullular uzun bir aradan sonra Avrupa standartlarında modern ve şık bir deniz müzesine kavuşmanın keyfini çıkarıyorlar. Kadıköy İskelesi’nin hemen karşısında eski yerinde ancak daha da büyümüş bir halde sizi karşılayan müze dışardan da net görülebilen sultan kayıkları ile Osmanlı Donanması’nın geçmişine ışık tutuyor. Envanterinde yaklaşık 20.000 eseri barındıran müzenin şüphesiz en ilgi çeken eseri 17. Yüzyıldan kalma dev kadırga olarak göze çarpıyor. Tam örneği barındırma açısında dünyada tek olan bu kadırga müzenin sultan kayıkları sergisinin de ilk eserini oluşturyor. Müze içerisinde Tarihi kadırgaları,Saltanat Kayıklarını görebileceğimiz gibi Atatürk’ün bizzat kullandığı 3 adet kayık ta müzenin giriş bölümünde ziyaretçilere sunuluyor.Barbaros Hayrettin Paşa ve Piri Reis’in de örneklerle onurlandırıldığı müzenin alt galerileri de en az üst galeriler kadar görmeye değer eserleri barındırıyor.Gemi baş figürleri ve gemi mobilyaları bir dönemin ihtişamı ve Osmanlı Donanması hakkında bilinmeyenleri öğrenmenize yardım ediyor.
Beşiktaş’ın Lezzet Simgeleri: Yedi-Sekiz Hasanpaşa – Kaymakçı Pando
İstanbul, başlı başına bir lezzetler diyarı. Beşiktaş Çarşı’ya girerken sizi ilk önce, semtin balık pazarı karşılar. Daha sonra da dershaneler, kitabevleri, giyim mağazaları ve kuyumcuların peşi sıra lokantalar, pastahaneler ve fırınlar. İlerlerken, bir sokak aralığı ilişir gözünüze. Ve bir yerlerden yayılan enfes kokular alır, götürür sizi. Kâh bir ekmek fırını, kâh da kaymakçıdan yayılan mis gibi koku.
Bugünlerde birçok semtte olduğu gibi Beşiktaş’ta da o semte adını vermiş yılların emektarları işletmelerini kaybetme tehlikesi yaşıyor. Nitekim Beşiktaşlılar’ın yakından bildiği Kaymakçı Pando ne yazık ki artık yok. 10 yıllık kiracı olunan işletmelerle ilgili kiracıyı çıkarma hakkı veren kanuna istinaden mal sahibi tarafından tasfiye edilmiş. Yedi Sekiz Hasan Paşa Kurabiye Fırını da, tıpkı Bal-Kaymakçı Pando gibi Beşiktaş’ın eskilerinden.. Fırının bugünkü işletmecisinin üçüncü kuşaktan büyükdedesi; Yedi Sekiz Hasan Paşa namıyla anılan bir Osmanlı paşasının oduncubaşısıymış. Paşanın namını, okuma yazma bilmediği için Arapça’da 7 ve 8 anlamlarına gelen ters V ile düz V’yi kullanmasından ötürü aldığı söylenir. Paşa kendi adını da, ters V ile düz V’yi yine düz bir çizgiyle birleştirerek yazarmış. Sultan Abdülaziz zamanında Ağa payesiyle Yıldız Sarayı’nın Karakol Komutanlığı’na getirilen Hasan Ağa, II. Abdülhamid’i devirmek için Çırağan Baskını’nı gerçekleştiren ihtilâl yanlısı gazeteci Ali Suavi’yi bir sopayla kafasına vurarak öldürdükten sonra da Paşalık (Mareşallik) ünvanını alır. Artık bu olaydan sonra Hasan Paşa, Fehim Paşa ile birlikte II. Abdülhamid’in en güvenilir adamlarından biri olur.
Günümüzde fırının üçüncü kuşak sahipleri ile sohbet ettiğimizde kiracılık durumlarından ötürü bir gün kaymakçı Pando ile aynı kaderi paylaşma ihtimali ile muzdarip olduklarını görüyoruz. Öte yandan, fırının her köşesinde bulunan Atatürk portreleri, Hasan Paşa’nın çatık kaşları ve nostaljik panosu ile çarşının içinde geçmişe bir yolculuk Yedi-Sekiz Hasan Paşa Fırını…
Bir yerde lüks marka ve rezidansları ile yeni sahiplerini bekleyen bir semt, diğer yanda ise İstanbul’un hanımefendi ve beyefendileri.. İstanbul’un geçmişten geleceğe öyküsü olan iki en önemli semtinde nostaljik bir gezi için siz de bir pazarınızı bize ayırın…
Hadi o zaman binelim Üsküdar’dan vapura : 5 dakkada Beşiktaş,Şıngır Mıngır Nişantaşı !
Kaynaklar:
http://www.zaman.com.tr/selim-ileri/-ne-vakit-macka-dan-gecsem-_775877.html
Ayşe Kulin,Yazarların İstanbul’u