Cibali, Fener ve Balat’ta yaşayan tanıklıklar eşliğinde bir kültür gezisi…
Fener‘in feneri söndü!
Balat‘ın balatası yandı!
Ayvansaray‘ın sarayları yıkıldı!
Cibali‘de de “asayiş berkemal” değilmiş duyduğuma göre…
Ne yapmalı, ne etmeli?
Osmanlılar fetih sırasında gemileri aslında nereye indirdi? İçinde Davut yıldızları barındıran Camii’nin gizemi nedir? Padişahın bir hafta içinde bitmesi koşulu ile yapımına izin verdiği kilise hangisidir? Aşkların en divanesi,en şahanesi Agora’da mı yaşanır? Peki ya nerede o eski yangınlar ve Balat tulumbacıları? Bütün bu soruların cevapları ve daha fazlası için gelin hep beraber yitip giden tarihimizin izlerinde Fener,Balat, Ayvansaray’da bir geziye çıkalım…
Gönlümüzdeki Program : Cibali Kapısı,Cibali Karakolu,Gül Camii (Azize Theodosia Klisesi),Sıbyan Mektebi,Ayakapı Hamamı,Fener Taş Konakları ve Yahudhaneler,Maraşlı Rum İlkokulu, İstanbul Fener Rum Patrikhanesi,Kırmızı Mektep,Dimitri Kantemir Sarayı ve çay,kahve molası,Selaniko Sinagogu kalıntısı,Çıfıt Çarşısı,Leon Brudo’nun Evi,Çana Sinagogu,Ahrida Sinagogu,Yanbol Sinagogu,Agora Meyhanesi, Haliç surlarını takip ederek yürüyüş ve Balat Or Ahayim Musevi Hastanesi.
Kadir Has Üniversitesi
Turumuzun ilk durağı Haliç’in güney sahilinde bulunan Kadir Has Üniversitesi binasıdır. Bugün Kadir Has Üniversitesi’nin yerleşkesi olarak kullanılan yapı Türkiye’nin ilk tütün fabrikasıdır. Bu fabrikanın bir diğer önemi de ilk sendikalar hakların verildiği,ilk kez güvenlik tertibatının,çalışanlarının sosyal tesislerinin olduğu ve Türk kadınını ilk kez iş hayatında gördüğümüz yer olmasıdır. İlk Türk akımı mimari üslubu öncülerinden Vedat Tek tarafından inşa edilen bina neo klasik üsluplu olup,1995’e kadar aktif olarak kullanılmıştır. Fabrikanın bir diğer önemi ise açıldığı dönemde çalışan kadınlar içerisinde Balat Yahudilerinin de bulunmasıdır. Zamanla tütün Karadeniz’den buraya gelirken, bina da üniversiteye dönüşmeden evvelki dönemde tütün deposu olarak hizmet vermiştir.
Cibali Kapısı ve Karakolu
Bu kapının isminin nereden geldiği ile ilgili iki ayrı iddia söz konusudur. Bunlardan biri 1492 yılında İspanya’dan gelen Yahudilerin bu kapıya “Porte Jubalica” ismini vermiş olmaları diğeri ise bu kapıdan İstanbul fethi esnasında giren ve şehit olan Cebe Ali Bey’den gelme ihtimalidir. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesine göre Mısır Sultanının şeyhlerinden biri olan Cebe Ali Bey önce Bursa’ya gelir ve buradan da kutlu kuşatma için İstanbul’a doğru devam eder. Rivayete göre birçok şeyh fetih esnasında cübbeleri ile Haliç’i önlerine serdikleri hırkalarının üstünde geçerler. Cübbeli Ali Bey’de bunlardan biri olup,bir ekmeği 1000 kişiye yettirmiştir. Cibali Karakolu’nun ismi ise tam bir rastlantı ürünüdür. Cumhuriyet Dönemi tiyatrocularının öncülerinden Muammer Karaca’nın Fransızcadan çevrilen « Nuit de Noce » Düğün Gecesi ismi oyunu provada çalışmaları esnasında oyunculardan Raşit Rıza’nın karakol komseri Orhan Bey’e “Kendine gel burası Cibali Karakolu değil!” demesi Karaca’ya ilham vermiş ve oyun bu şekilde çevrilmiştir. Cibali Karakolu oyunu tam 300 kez oynanarak , en çok sahnelenen ve klasikleşmiş oyunlarımızdan biri olmuştur. Durumun bir diğer ironik kısmı ise o günden sonra ufak bir komserlik olan Cibali Emniyeti’nin resmi yazışmalarda da Cibali Karakolu olarak anılmasıdır. Osmanlı Dönemi’nde her kapı girişinde bir komiserlik binası bulunur ve her komiserliğin bodrum katı da bu bölgede bir yatır barındırırdı. Şimdilerde boş tutulan beyaz binanın alt katında da yatır halen görülebilmektedir.
Gül Camii – Hagia Theodosia Klisesi
Bizans Dönemi (867-886) yıllarında inşaa edildiği tahmin edilen yapının ismini veren Azize Theodosia, İkonoklazma Döneminde (726-842) Büyük Saray’ın Khalke kapısı üzerindeki Hz. İsa ikonasının indirilmesini önlemek isterken gözleri dağlanmış ve ölmüş, sonrasında da azize mertebesine yükseltilmiştir. Azize bu kliseye gömüldükten sonra hastalıklarından şifa bulmak isteyenler tarafından sıkça ziyaret edilmiştir. Kliseye yaklaşırken meydana gelen yükseltiden de anlaşılacağı üzere klisenin bir « Kripta » mezar odası mahsen bölümünde mevcuttur. Burası rivayete göre Hagia Theodosia ve bazı Bizans hükümdarlarının mezar odalarından oluşmaktadır. Keza yine aynı bölümdeki dehlizler sayesinde bölgedeki bazı diğer kliselere de ulaşım mümkündür. İstanbul’un fethi sonrasında Cami’ye çevrilip Gül Camii adını alan klisede, günümüzde taşıyıcı kollar üzerinde görülebilen Davut Yıldızları ziyaretçilerin oldukça ilgisini çekmektedir. Bilindiği üzere altı köşeli yıldız farklı kültürlerce de kullanılmıştır.
Maraslis Rum İlköğretim Okulu
Eski Yunan tapınaklarını andıran dört sütunlu heybetli girişi ile bizi karşılayan bina hüzünlü bir hikayeye de sahip olan Maraslis Rum İlköğretim Okuludu’dur. Odessa Belediye Başkanlığı da yapmış olan Rum tüccar Grigoris Maraslis cemaate yüklü bir para göndererek Fener Rum Erkek Lisesi’nin ihtişamını aratmayacak bir okul yapılmasının talimatını verir. Ayrıca Maraslis okulda eğitim görecek öğrencilerin de masraflarını karşılamanın sözünü vermiştir. Ancak okul 1901’de açılınca Maraslis tamamlanan yapının gönderdiği paranın karşılığından çok uzak olduğunu görür. Yolsuzluk iddiaları da araya girince Maraslis projeden vazgeçer ve okulun tüm ihtiyaçları Patrikhane üzerine kalır. Okul Patrikhane’nin emekleri sayesinde günümüze gelebilmiştir.
Fener Rum Patrikhanesi
Türkiye’de resmî olarak Fener Rum Patrikhanesi, dünyada Constantinopolis Ekümenik Patrikhanesi olarak anılan kurum, 250 milyon mümine sahip Ortodoks dünyasının ruhanî önderi konumunda olan bir kurumdur. Patrikhane, Ortodoks dünya içerisindeki tarihten gelen hiyerarşik yapısını ve diğer Hıristiyan mezhepleri, diğer semavî dinler ve diğer hükümetler nezdindeki konumunu muhafaza etmektedir.
İstanbul’un fethini müetakip Fatih Sultan Mehmet, Constantınopolıs Patriği seçilen Gennadios’a Türk ve İslam hukuku çerçevesinde, patriğin görev ve yetkilerini gösteren, Patrikhane’ye bazı ayrıcalıklar tanıyan bir ferman çıkarmıştır. Fatih’ten sonra ise Osmanlı hükümdarlarının Patrikhane’ye verilen imtiyazları benimseyen fermanlar vermesi gelenek haline gelmiştir. Böylece Fener veya Ökümenik Patriklik de denilen Patrikhane ve Rum Patrikliği’nin yasal statüsü süreklilik kazanmıştır.
Cumhuriyet döneminde Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin etkinlik alanı da dini konularla sınırlanmıştır. Hizmet binasının 1941’de yanması üzerine, 1989’da Yüksek Mimar Aristidis Pasadeos nezaretinde başlatılan onarım çalışmaları 1991’de tamamlanmış olup, patrikhane, faaliyetini halen yeni binasında yürütmektedir.
Fener Rum Erkek Lisesi – Kırmızı Mektep
1881 yılında Mimar Dimadis tarafından Marsilya’dan getirilen kırmızı tuğlalar ile şato görünümünde inşaa edilen Fener Rum Erkek Lisesi uzun yıllar Haliç’teki görkemiyle Patrikhane binası ile karıştırılmıştır. Bugün kullanılan görkemli binanın yapımından önce, yine Fener semtinde, zaman zaman ismi değişse de okulda 560 yıl boyunca aralıksız eğitim verildi. 1804 yılında Kuruçeşme’ye taşınan okul, 1850 yılında tekrar Fener semtine dönerek Patrikhane karşısındaki binada eğitime devam etti.
17. ve 18. yüzyıllarda okuldaki Felsefe bölümü, “Akademi” unvanını almasını sağladı. 1904-1919 yılları arasında faaliyet gösteren “Öğretmen Okulu” bölümünün mezunları, Osmanlı toprakları üzerinde öğretmenlik yapabiliyordu. Mezunlar ayrıca, Osmanlı sarayında çevirmen ve devlet kurumlarında yüksek makam sahibi olabiliyordu. Patrik İoakim 3 zamanında okulu üniversiteye dönüştürme planları yapılsa da sonuca ulaşılamadı. Osmanlı Devleti zamanında saray ve Bab-ı Ali tercümanı, Eflak ve Boğdan voyvodalarının çoğu bu okulda yetiştirildi.İç mekanında süslemelerin göze çarptığı okulun tavan ve duvarlarında önemli kişilerin portreleri yer almaktadır.
Ahrida Sinagogu
- yüzyılın başlarında yapılan ve adını, kurucularının İstanbul’a göçettikleri bugün Makedonya Cumhuriyeti’nde yeralan Ohri kentinden alan sinagog, bugün de İstanbul’daki en geniş kapasiteli sinagogdur. Romanyotlar tarafından kurulan bu sinagog, Romanyotlar’ın Sefaradlar’ın altında asimile olmalarıyla zamanla Sefarad sinagogu haline gelmiştir. Tuğla ve yığma taştan inşa edilmiştir. Sinagogun tevası (dua kürsüsü) bir gemi pruvasını andırır. Yapının avlusunda bir midraş (okul) bulunmaktadır. Sabetaycıların peygamberi Sabetay Sevi’nin İstanbul’da ibadet etmek için ziyaret ettiği tek sinagogdur. Doksanüç Harbi esnasında Rus ordularına karşı savaşan Türk askerleri için dua tertip edilmiş, söz konusu törene ilişkin ayrıntılı haberler The Illustrated London News gazetesinde ve L’Illustration dergilerinde de yayımlanmıştır. Ahrida Sinagogu Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 16 Eylül 1987 tarihli kararı ile koruma altına alınmıştır. Sinagog 1992 yılında Sefaradlar’ın Osmanlı altında 500. Yıl kutlamaları vesilesi ile restorasyondan geçmiştir.
Surp Hıreşdagabed Ermeni Klisesi
Balat’ta bulunan Surp Hıreşdagabed Kilisesi, 17. yüzyıl başlarında terk edilen Ayia Strati Rum Ortodoks Kilisesi’nin 1627’de (bazı tarihçilere göre ise 1635’te) Ermenilere verilmesiyle kurulmuştur. Sunağın arkasındaki kitabeye göre, kilise 1628 yılında onarımdan geçmiştir. 1729’daki Balat yangınında harap hale gelen ahşap kilise binası bir kez daha onarımdan geçirilir, 1831’de ise kâgir olarak yeniden yapılmak üzere yıkılır ve 1835’te ibadete açılır. Kilise, 1835’teki haliyle günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
Osmanlılar Ermeni Cemaati’ni diğer Ortodoks cemaatlerden ayırmak için Gregoryen adını vermişlerdir. Ermeniler, Hıristiyanlık’la ilk olarak M.S. 1.yüzyılda tanıştı. İsa’nın havarilerinden Aziz Tadeos, Aziz Bartolomeos ve takipçilerinin çabaları sayesinde o güne dek putperest olan geniş bir Ermeni topluluğu Hıristiyanlığı kabul etti. Romalıların buna karşı çıkmasına, 197 ve 230 yıllarında, Anadolu’da yaşayan Hıristiyan Ermenileri kırımdan geçirmesine rağmen Hıristiyanlığın Ermeniler arasında yayılması durdurulamadı. 451 yılında toplanan Kadıköy Konsili’nin kararlarını benimsemeyen ve o tarihten bu yana Hıristiyanlık içerisinde bağımsız bir kol olarak yaşamayı sürdüren Ermeni Kilisesi, bugün sekiz milyonu aşkın üyesiyle, dünyada 50 milyondan fazla üyesi bulunan Kadim Ortodoks Kiliseler ailesine mensuptur.