Yazar : Profesyonel Tur Rehberi Nermin Hatay
Bugün çok hatırlatıcı bir iz kalmamış olsa bile Samatya civarı en azından 1950’li yıllara kadar eski İstanbul’un klasik havasını az çok korumaktaydı. Menderes döneminde sahil yolu üzerinde yapılan öngörüsüz imar faaliyetleri esnasında pek çok yapı ne yazık ki yıkıldı. Menderes yıkımlarından nasibini alan talihsiz bölgelerden biri de Samatya ve Davutpaşa civarı olmuştur. 1957 yılında Samatya’daki kasap İlyas mahallesinde yapılmaya başlanan Sosyal Sigortalar hastanesinin inşa edilme sürecinde, öncesinde bölgede bulunan pek çok Osmanlı ve Bizans eseri ortadan kaldırılmıştır Bunların içerisinde kelimenin tam anlamıyla artık tarih olan en önemli yapılardan biri meşhur Et Yemez veya bir başka adlandırmayla Karabacak Veli tekkesidir.
Et Yemez tekkesi İstanbul’un fethinden sonra bölgede oluşturulan Müslüman mahallesinin uzantılarından birini teskil etmekteydi. Tekkenin bulunduğu yer bugün tam hastanenin olduğu alandır. Davutpasa olarak bilinen bu semt Bizans döneminde bir iskeleye sahipti ve Xerophus adıyla biliniyordu. Tekke İstanbul’un fethinden kısa bir zaman sonra Buharalı Ömer Efendinin oğlu Mirza Baba ismiyle bildiğimiz bir şeyh tarafından insa edilmiştir.
Tekkenin vakfiyesi 1481 yılına aittir. Bina 2.Abdülhamit döneminde Ferid Efendinin şeyhliği sırasında tamir edilmiş ve bunu belirten kitabe avlu kapısının üzerine konmuştur. Etyemez tekkesi muhiplerinin ilginç yanları vardı. Birazdan bu meseleye tekrardan geleceğiz. Fakat daha önce önemli bir konuya kısaca temas etmek doğru olacaktır. Tekkenin yapımından önce arazide Dius manastırının olduğunu ileri sürenler varsa da bu pek doğru bir bilgi değildir.
Söz konusu manastırın Vatan caddesi civarında olması daha büyük bir ihtimaldir. Fakat her halükârda tekkenin yapıldığı arazide Bizans dönemine ait mezar kalıntıları ve kilise bulunmaktaydı. Güzel bir sürpriz olacak şekilde 1957’de hastane yapımı sırasında tekke yıkılırken yanında bir şapel keşfedildi. Daha da ilginci Kilisenin apsisinde Meryem Ana’ya ait iki güzel freskoya rastlandı. Bu freskolar daha sonra Ayasofya müzesine kaldırılacaktır. Tekkeye bitişik bulunan şapel 6 metre uzunluğunda 2.50 metre genişliğindedir. 1.50 m. yüksekliğinde olan apsisin genişliği 1.40 metredir ve tam altında bir crype mevcuttur. Apsiste Bizans’ın klasik orta çağına ait iki fresko ele geçirilmiştir. Erken döneme ait olan Blacheniotissa tipli Meryem’dir. Daha geç döneme tarihlenen ise iki melek arasında duran Meryem Ana figürüdür.
Tekkenin hikayesine yeniden döndüğümüzde tarihsel süreciyle ilgili bilgilerin çoğunun 18. yüzyıldan sonraya ait olduğu görülecektir. Bu dönemde şeyh Hacı Hulusi ile birlikte tekkenin Sadi tarikatı tarafından kullanılmaya başlandığı anlaşılmaktadır.
Sadilik 12.yüzyılda Sadeddin Cebaviye tarafından Suriye’de kurulmuştur.19. Yüzyılın sonunda şeyh Mustafa Efendi zamanında tekke yapısı, mescit, selamlık, tevhidhane, Ömer Buhari türbesi, Sadi Karabacak türbesi Abdülhamit tarafından yenilenir. 19. Yüzyılın sonlarında Kuş Ada’lı İbrahim Efendi mensupları arasında Büyük Aziz diye anılan Mehmed Tevfik Bosnavi’nin şeyhi Samatya’daki Et Yemez şeyhi Vehbi Efendi idi. 1918’de Tekkenin son şeyhinin Hüseyin Efendi olduğu bilinmektedir.1925’te Tekkelerin kapatılması ile birlikte müştemilat terkedilir. 1950 yılında yukarıda adı geçen binanın yapımı için kamulaştırılır. Haziredeki kabirler yakında bulunan ve şans eseri bugün hala ayakta olan Bayezıd ı Cedid camiine ( Cerrahpaşa’daki ) tasınır. Bugün Aksaray’dan Samatya veya Yedikule’ye giderken ana caddenin sağında görülebilir.
Daha önce bahsedildiği üzere Et Yemez tekkesi mensuplarının en enteresan özelliklerinden biri et yememeleridir. Muhtemelen Kalenderi kökenli olan tekke muhipleri Orta Asya veya Harizm bölgesinde Zerdüşt kökenli Maniheist inancın etkisi ile vejeteryan bir seyr i sülük geliştirmişlerdi. Onların et yememezliğinin Hucurat suresinde 12. ayette geçen gıybet ile et yeme arasındaki ilişkinin sembolik anlatımı olduğu ve aslında tarikatta böyle bir sınırlamanın olmadığını ileri sürenler varsa da bu doğru değildir. Et Yemezler tekkesi mensupları gerçekten vejeteryandır. Anadolu’da Et Yemez tekkeleri oldukça yaygındır. Öyle ki Et Yemez tekkelerinin olduğu bazı köyler Peynir Yemezler diye de bilinmektedir.
Bunlara en iyi örneklerden sadece biri Yozgat Sarıkaya’da bulunan Et Yemez tekkesinin olduğu Peynir Yemezler köyüdür. Bu köy hala mevcuttur. Sufiler arasında et yemeyen bir grubun olduğu bilinmektedir. Sufi çevrelerde ” et yiyen kırk gün kötüleşir” deyimi yaygındır.
1792 tarihli bir risalede Samatya’daki tekke ” Tok Doyum Et Yemez tekkesi” diye geçer ki bu ibare onların vejeteryanlığına telmihtir. 19. yüzyıl şairlerinden Yenişehirli Avni, Murat’ı Cunun adlı eserinde bu bağlamda tekkeden bahseder. Meşhur Kalenderi şeyhi Otman Baba’nın Balkanlarda Et Yemez müritleriyle çok yakın ilişkisi vardı. Otman Baba Vilayetnamesinde onlardan et yemeyen dervişler olarak bahsedilir. Otman Baba Deli Cüda ve Ata isminde iki Et Yemez dervişi ile tanışıktır. Balkanlarda Zagra ve Kızıl Ağaç Yenice’de Et Yemez tekkeleri mevcuttu. Ankara’da Tabanlı kazasında, Yozgat Boğazlıyan’da, Kastamonu’da, Kütahya’da, Sivas’da (Et Yemez köyü), Samsun Bafra ve Terme’de, Tekirdağ’da (Nebizade mahallesinde), Kayseri İncesu’da oldukça yaygındılar. Ayrıca Et Yemez şeyhlerinin türbelerinin olduğu mekanlarda iduk adı verilen kansız kurban geleneği aynı inancın bir uzantısıdır.
Tabii işin ilginç yanlarından bir başkası tekkemizin bulunduğu bölgenin Kasap İlyas mahallesi sürecine dönüşümüdür. 1495’de semte Kasap İlyas Camii yapılır. Adeta tekke müritlerine inat olsun diye yapılan Kasap İlyas camii 1894 yangınında ciddi bir hasara uğrar. Ordunun kasap başı olan Kasap İlyas İstanbul’un fethine iştirak etmiştir. Caminin Vakfiyesi 1495 yılına aittir. Cami dışında külliyeden günümüz kalan bir şey yoktur. Bugünkü yapı üçüncüdür. Abdülhamit döneminde bina eldeki malzeme ile yeniden yapılmıştır.1977 Yılında bu ikinci yapı yıkılmış ve yeniden inşa edilmiştir.
Kasap İlyas Camii
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız tekkenin dışında bölgede Abacızade mescidi, Davut pasa iskelesi mescidi, Hobyar mescidi gibi pek çok cami veya kültürel miras mevuttu. Fakat artık yok. Restorasyonu üzerine konuşmayı bir yana bırakırsak, Kadem i Şerif tekkesi adeta yeniden inşa edilen bir bina gibi bölgedeki geçmişten bir anıdır. Bu tekke restorasyondan önce otantik ortamla daha uyumluydu. Yıkılır gibiydi ama canlıydı. Yakınında sıkışmış bir durumda kalan Bayezid-i Cedid camii de son örnektir. Arkada Cerrahpasa hastanesi binası ağır bir kütle gibi oturmaktadır. Denize doğru paralel giden birkaç sur kalıntısı belki biraz bizleri havaya sokabilir. Fakat genelde Samatya ve Cerrahpaşa’daki yapılanma üst üste heyecansız bir yığın çirkin binadan oluşmaktadır. Eski fotoğraflar ve arkeolojik raporlar olmasa bölgenin eskiden beri böyle olduğu düşünülebilir. En azından semtte yeni doğanlar için ruh hali böyle bir sey olmalı. Fakat buna rağmen hikayesi çok olan bir mahalle burası. Eski fotolar, anılar ve tarih çalışmaları ile yeniden gözümüzde canlandırabiliriz. İstanbul’un olmazsa olmaz, gezilmezse hiç olmaz semtlerinden biri hala.
Kadem-i Şerif Tekkesi – restorasyon öncesi
Kadem-i Şerif Tekkesi restorasyon sonrası
3 Yorum. Yeni Yorum
Sufilikteki, şamanist etkileri bir kenara koyacak olursanız, hayvani gıda yememe ” ritazat” adı verilen oruç çeşidi olduğu görülür. Et, süt, peynir ve tuzun kullanılmadığı bu oruç sistemi 40 veya 120 günlük sürelerde tutulmuştur. Meraklısı riyazat kavramını araştırsın.
Yazı için teşekkürler. Gayet aydınlandım. Ne güzel emek vermişsiniz, varolun.
Bir müddet et yememekle hiç bir zaman et yememek arasında fark var. Bunlar, temelli eti terk eden kişiler.