Birkaç kuruş bozuk para için soğuk, yağmur demeden ikinci el kıyafet satan teyzelerin, nuh nebiden kalma ama bir o kadar değerli antikaların arasında, çarşı pazarın sesine kulak vererek gezilecek bir Pazar günü…
Feriköy – Dolapdere- Eminönü – Horhor – Çukurcuma
Gelin bir Pazar sabahı artık anneanne,babannelerimizin evlerinde bir köşede duran vazoların,gümüşlerin,45’lik plakların,70’li yıllardan kalan envai kıyafetlerin izinde İstanbul’un otantik semtlerindeki bit pazarlarını arşınlayalım. İster bu pazarlarda birer alıcı olun, ister sadece meraktan göz gezdirin. Yaşı sizden büyük olan o eşyalara saygıyla yaklaştığınız sürece sabahın erken saatlerinden oraya gelmiş teyzeler,amcalar sizleri güleryüzle karşılayacaklardır. Unutmayın ilk sahibi olmadığınız bir eşyanın son sahibi de olmazsınız. Hadi o zaman, Feriköy’den yola çıkıp geçmişe yolculuğun İstanbul’daki kapısını aralayalım.
Feriköy- Bomonti Antika Pazarı
Kentsel dönüşümden nasibini alan Feriköy ve Bomonti son birkaç yılda çehresini tümden değiştirdi. İzzet Paşa Sokak’tan Feriköy yönüne devam ettiğinizde bundan birkaç sene evvel araba tamirhanelerinin bulunduğu bölgenin yerinde metrekaresi euro cinsinden satılmakta olan yepyeni rezidanslarla karşılaşmaktasınız günümüzde. Peki yıllar boyu Rum,Ermeni ve Yahudi azınlıklara ev sahipliği yapmış bu semtin adı nereden gelmektedir ?
Bomonti semtine adını da veren İsviçreli Bomonti Kardeşler, 1890 yılında Feriköy’de ilk büyük ölçekli bira fabrikasını kurarlar. 1909 yılına kadar İstanbul’da tek bira üreten firma olarak faaliyet gösteren Bomonti, hem kendisine has lezzeti hem de az alkolüyle kısa sürede geniş bir hayran kitlesi de yaratır. Cumhuriyet sonrası Tekel şemsiyesi altında üretime devam eden fabrika 1991 yılına kadar açık kalır. Şimdilerde Bomonti Bira fabrikası binası lüks bir otelin eğlence işletmesi olarak kullanıma açılmayı beklemektedir.
« Dolaplarınıza yer açın » sloganı ile bundan birkaç sene evvel faaliyete geçen Bomonti Antika Pazarı, lüks rezidansların ortasında Pazar günleri adeta binbir çeşit eşyaya rastlayabileceğiniz bir vaha. Feriköy-Pangaltı-Ortaköy ve hatta İstanbul’un bir çok semtinde eskici ve antikacının bir arada Pazar günleri en güzide eşyalarını sergiledikleri bu mekan cumartesi günleri de Bomonti Organik Pazarı’na ev sahipliği yapıyor. Bulunduğu mahalle itibariyle azınlıkların yaşadığı evlerden kalma dini objeler,eski gazete küpürleri,çay kahve fincanları, envai çeşit lambalara da rastlamak mümkün. Pazarın bir diğer özelliği de bir köşesinin eski plak,pikap ve aksesuarlarına ayrılmış olması. Türkçe veya yabancı plak arşivi tutanlar için bir çok eski iyi durumda plağı da uygun fiyatlara burada bulmak mümkün. Herhangi bir objeyi beğenirseniz mutlaka pazarlık yapmayı ve yanınızda bozuk para taşımayı da unutmayın.
Dolapdere Bit Pazarı
Sadece Pazar günleri açık olan bir diğer « bit pazarı » ise Pangaltı’dan Dolapdere’ye indiğinizde bir zamanların Apik İşkembecisi’nin hemen yan sokağından başlayan Dolapdere Bit Pazarı’dır. Hazır Dolapdere’ye inmişken İstanbul’un şimdilerde kapalı olan en eski işkembecisinden de bahsetmeden olmaz. 1942 yılında Apik Hayrabetoğlu tarafından kurulmuş olan Apik İşkembecisi 56 yıl boyunca devlet adamından ayakkabı boyacısına her sınıftan vatandaşı ağırlamış. Apik ayrca yıllar boyu birçok sanatçı,bestekarın da mekanlarından biri olmuş. Apik’in bir duvarında asılı olup sonraları diğer birçok işkembecinin de duvarlarını süsleyen « Kana kuvvet,göze fer,batna ciladır çorba » yazısı bir akşam Apik’te Ahmet Rasim ile Bestekar Tatyos Efendi oturup çorba içerlerken dillerden dökülmüş. Hatta aynı akşam ikili bir meyhaneye devam edip « Sakın geç kalma erken gel » şarkısının sözlerini de yazmışlar. Dekorasyonun son yıllarına kadar eski hali ile muhafaza edildiği mekan bir süredir kapalı tutuluyor.
Dolapdere Bit Pazarı’na diğer pazarlardan farklı olarak sabah erken saatlerde gelinmesi tavsiye edilir. Bir tarafta çingenelerin etraftan topladığı eşyalar,diğer yanda piyasaki değerlerin çok altında modern lambalar,bilgisayarlar,telefonlar size alıştığınızın dışında bir Pazar atmosferi sunarlar. Halk arasında « Hırsızlar pazarı » olarak da tanınan bu mekana bir diğer gizem katan unsur ise pazarın sokaklarının arasından yükselen « Panaia Evangelistra Rum Ortodoks Kilisesi »(Meryem’in Müjdelenişi) ’dir.Burada gezerken içinizde Lizbon’daki Feria Da Ladra’da (Hırsızlar Pazarı) geziyormuş hissi uyanabilir. Şimdilerde Pazar sabahları daha çok Afrikalı göçmenlerin ayine geldikleri ibadethane Rus yapımı çanları ile İstanbul’da en güzel çan sesinin duyulduğu kilise olarak bilindi uzun süre. 1893 yılında inşaa edilen ve yapımı 16 yıl süren kilisenin ithaf edidiği Panaia, Hz.İsa’nın annesi Hz.Meryem’in Doğu Kiliselerinde kullanılan adıdır. Kilisenin yüzer kiloluk tarihi çanları 2005 yılında bir yaz günü gece yarısı çalındı.Pazar sabahı erken saatlerden itibaren yoğunlaşan sokakta yine her semtten ikinci el eşyalarını satmaya gelenlerle karşılaşmak mümkün.
Küçükpazar Eminönü
Eminönü Rüstem Paşa Camii’nin hemen yanından başlayıp Süleymaniye’ye doğru devam eden Küçükpazar, İstanbul’un en eski pazarlarından biri olarak her Pazar faaliyetine devam ediyor. Dolapdere’de olduğu gibi bu pazarda da iyi mallar bulabilmek için Pazar sabahı erken saatlerden hazır olmakta fayda var. Buralara kadar gelmişken İstanbul’un çinileri ile meşhur Rüstem Paşa Camiisi’ni de gezmeden ayrılmak olmaz. Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan’la evli olan Hırvat asıllı Rüstem Paşa tarafından 1561 yılında Mimar Sinan’a yaptırılan Camii ,duvarlarını süsleyen İznik Çini motifleri ile sizi Osmanlı masalının en görkemli günlerine götürmektedir.
Horhor Antikacılar Çarşısı
Unkapanı ile Aksaray arasındaki semte adını da vermiş olan « Horhor » kelimesi Fatih’te Nakşibendi Tekkesi’nin yakınında olan bir çeşmeden gelmektedir. Anlatılan rivayetlere göre Fatih Sultan Mehmet bu bölgeden geçerken « hor hor » diye yer altından su sesleri duymuş ve yanındakilere buradan « hor hor » su sesi geliyor bir çeşme yaptıralım diye rivayet buyurmuş. Semt daha sonra buraya yaptırılan çeşme ile anılır olmuş.
214 dükkanlı Türkiye’nin en büyük antikacılar çarşısı Horhor ise 1981 yılında Kuledibi’ndeki eskiciler pazarının yanmasından sonra bu bölgeye taşınmış. Horhor Çarşısı nitelikli antikaları ve 18.-19. Yüzyıllardan kalma Osmanlı ve Avrupa işi mobilyaları ile hem yerli hem de yabancı birçok antikaseverin uğrak noktalarından biri. İlk açıldığı zamanlarda daha salaş ve uygun fiyatlı eşyalar bulunabilirken günümüzde çarşıyı gezdiğinizde sizlere döviz cinsinden fiyatlar söylenmesi başta biraz garip gelebilir. Ancak mağazaları gezip,el yapımı ve iyi korunmuş birçok antikayı keşfettikçe siz de bir süre sonra fiyatlara alışmaya başlıyorsunuz. Çarşının bir diğer özelliği ise bodrum katında mobilya tamiri,cila ve varak atölyelerinin bulunması. İstanbul’un her semtinden antikalarını tamir ettirmek için Horhor’a gelen tanıdıklarla karşılaşmanız hiç tesadüf olmamalı bu pazarı gezerken.
Çukurcuma ve « Gomalak » atölyeleri
Çukurcuma’da tıpkı Horhor’un hikayesinde olduğu gibi Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul ‘un fethi sırasında « Cuma namazını gelin şu çukurda kılalım » sözü ile rivayete göre bu ismi almış. Nitekim semtin Taksim ve Cihangir’e göre çukurda kalması bu adı doğruluyor. Şimdilerde Cihangir Firuzağa kahvesinden aşağı doğru salınınca « bohem » bir İstanbul içerisinde bulmaktasınız kendinizi. Yazar Orhan Pamuk’un « Masumiyet Müzesi » ile de tekrardan moda olan Çukurcuma geçmişi yirmi yıldan fazlaya dayanan eskicileri,antikacıları ile şimdilik dokusunu bozmadan devam eden bir antikacılar semti. Buradaki birçok antika galerisi içerisinde Çukurcuma Camii’nin tam karşısında bulunan « Karadeniz Antik » bahçesindeki bir sürü heykeller,Anadolu’dan özel getirilen antika kapılar ile diğer antikacılardan ayrılıyor. Öte yandan şimdilerde unutulmaya tutmuş Gomalak cila ustalarının en eskilerine de Çukurcuma’daki atölyeler arasında rastlayabilirsiniz. Gelin Gomalak cilasının ne demek olduğunu ve nasıl yapıldığını Dolapdere’nin en eskilerinden Vangel Usta’nın ağzından dinleyelim.
« Şimdilerde gomalak cilası unutuldu. Çünkü gomalak cilası zor iştir. Önce eski cilayı kazıyacaksınız. Sonra ahşabı ince zımpara ile dümdüz yapacaksınız. Sonra gomalak denilen pul pul bir maddeyi, tuvalet ispirtosu içinde eriteceksiniz. Sonra tülbent bezini yumak haline getirip, elinizle mobilyayı cilalayacaksınız. Eğer baştan savmacı iseniz, cilanın içine boya katarsınız. Hatalar görünmez. kendinize güveniyorsanız, saf gomalak ile cila yaparsınız. Gomalak ve ispirto kokusu ciğerinizi, cilanın kendisi ellerinizi rezil eder.
Bunun için günümüzde gomalak cilası yapan kalmadı. Şimdi “fıs fıs vernik cila” var. Hazır sentetik vernik cilalar püskürtme makinesine dolduruluyor. Püskürtme makinesi hava kompresörüne bağlanıyor.
Fıısssss diye, sıkılıyor. Mobilyanın üzeri sentetik bir madde ile kaplanıyor. Günümüzde ne yazık ki gomalak cila ile fıs fıs verniğin farkını, gomalak cilanın zevkini anlayanların sayısı azaldı. »
Çukurcuma bölgesindeki eskiciler içerisinde uygun fiyatlı malları ve birçok dönem dizisine eşya vermesi ile bilinen Hüseyin Bey’in dükkanına da uğramadan turu bitirmek olmaz. Çukurcuma Hamamı’nın tam karşısında ikişet katlı iki dükkandan oluşan ikinci el mağazasında hafif cilası kalkmış ya da eskimiş bir mobilyayı uygun fiyata satın alıp daha sonra da büyük bir keyifle civardaki ustalardan birine gomalak cila yaptırabilirsiniz.
Çukurcuma’yı hakkı ile gezmek tam bir gününüzü alabilir. Ancak bizim tavsiyemiz önceliği burası ile bütünleşmiş bölgenin eski esnafına ayırıp sonrasında da şimdilerde yıldızı parlayan birçok tasarımcı,sanat atölyesinin kapılarını aşındırmanız. Kendinizi 1940’lardan günümüze kadar bir zaman tünelinde hissetmeniz için Çukurcuma’da birkaç saatinizi geçirmeniz yeterli,eminim siz de buradan eski bir kartpostal ya da ufak bir obje almadan dönmeyeceksiniz.
İstanbul’da bit pazarlarımız ile başlayan gezi zaman kalırsa Kadıköy’deki antikacılar ile de devam edebilir. Siz yeter ki keşfetmekten ve eşyaların toplumsal belleğimizde bıraktığı hatıraları dinlemekten sıkılmayın. Hem ne demişler ? Eskiye rağbet olsaydı,bit pazarına nur yapardı ?!